20 Şubat 2008 Çarşamba

Herkes sizin kadar özgür değilse, en büyük köle sizsiniz

Bir gün özgür olmaktır her birimizin amacı, doğmak gibi, ölmek gibi ve hatta yaşamak gibi...

Doğduğunda insan ne kadar özgürdür. Özgürlük, kundak kadar dar olsa da fiziken, hesapsızca bağırır, ağlarsınız. Avazınız çıktığı kadar bağırma özgürlüğü vardır, en özgürlükçü yerde olmadığı kadar. Gülmekte özgürsünüzdür, ağlamakta, sevmekte, sevmemekte. Herşeyin sınırlarını siz belirlersiniz, üstüne altınız alınır, ihtiyaçlarınız en iyisiyle görülür.

Öldüğünde de aynı böyledir, insan. Özgürlüğün dayanılmaz hafifliğinin verdiği o rahatlıkla ayaklarınızı salarsınız. Daha önce utana sıkıla uzattıklarınızın yanında. Eliniz son kaldığı yerdedir ya da yanı başınızda. Ama, kimse "neden elini oynatmıyorsun" demeyecek kadar özgürsünüzdür.

Bu dünyanın dayanılmaz rekabetine girmediğiniz/çıktığınız içindir, belki de. Ama özgürlüğün tadını alırsınız. İki dönemdir, ya hayatınızın ilk günleridir ya da hayatınızın bittiği gün yahut bir kaç gün ardıdır. Diğer zamanlarda olmadığı kadar rahatlık içinde, özgürce.

Bir sorunun yalnızlığını yaşamazsınız. Kimse size Amerika'da neden zenci doğdun diye sormaz. Ya da, neden böyle inanıyorsun, demez. Hatta ileri gidip, senin baban Kürt, annen Türk, karar ver necisin demez. Yalnızlığı yaşamazsınız, çünkü dünya oldukça varolan saçma kıskançlığın kıskacında değilsinizdir.

Ya bebekten sonra, ölümden önce...

Fakirliği tadarsınız, çoğunluktan değilseniz ya da azınlıkları köleleştirenlerin dışındaysanız...

Yokluğu anlarsınız, ayağınıza çarık bulamazsınız. Eğer yok olmama mücadelesi vermiyorsanız ya da yoklukla sınadıklarınızdan değilseniz...

Farklılığı farkedersiniz, farklısınızdır, farkınız yoktur. Ama anlatamazsınız. Farklı olduklarını zannedenler özgürlüğü yığışmış bütünlerde ararlar. Kum taneleri gibi, aynı yöne giderler. Kayalar gibi sert durduğunuzu farkedersiniz. Kumlardan size takılanlar ya da kayalardan öğütülüp kum yapılanlar sizin neden kaya olduğunuzu sorgularlar. Sorarlar o ufacık yüreksiz cesaretleriyle, acımasızca, kendilerine boy aynasında bakmadan. Bir cam parçasında kendilerini boy aynasında zannederler, ne kadar büyük oldukları konusunda böbürlenirler, hatta böğürürler. Boy aynasını görünce de, size özenip sözde sizden daha fazla özgürlükçü olurlar. Sözün bittiği yerde, siz varsınızdır. Kumdan kuleler yapıp, sizinle boy ölçüşeceklerdir şimdi. Sizi geçemeyince de titreye titreye dalgalarla çökerler. Çöktükçe arkanızdan küfür de ederler, hayasızca. Aldırmazsınız.

Baktıklarında özgürlüğü dalgalarda zannederler, dalgalara vurdukça kendilerini denizin dibinde bulurlar, en aşağıda. Oysa özgürlük ne dalgada, ne güneşte, ne aydadır. Özgürlük dünyadadır. Aynaya baktığınızda kendinizi görebilmektir. Hesaplaşmaktır, kendinizle fütursuzca. Ağlamaktır, ağlayanla. Gülücük vermektir, güler yüze muhtaç olana. Affetmektir, az önce yanağınıza vuranı. İkinciyi yemeden elinizi uzatmaktır, dostça. Irkı farklı diye, yok saymamaktır. Dini farklı diye, itmemektir. Seviyor diye terketmemektir. Ağlıyor diye gülmemektir.

Gözlerinin pınarları dolduğunda, parmağınızla gözyaşı yere vurmadan yakalamaktır. Uzaklara daldığında, yakınlaşmaktır. Yok sayıldığını hissettikçe varlığını duymaktır. Acı duydukça, pansuman yapmak değil, acının önüne göğüs germektir. Rahat olmadıkça, rahatlatmalıdır özgürlük. Özgürlük öyle bir şeydir ki, herkes sizin kadar özgür değilse siz en büyük kölesinizdir.

Mustafa Özcan
20.2.8 23:00

Hiç yorum yok: