21 Kasım 2007 Çarşamba

Uysa da, uymasa da...

Yollar kalabalıkken yalnızlığı hisseden bir gafil avcıyken herkesin baktığını görüyor insan. Evet sanki herkes beni gözetliyor. Acımı, sevincimi paylaşmayacak kadar cimri, düştüğünde bile bakabilme sürekliliğini gösteren benlik duygusu o kadar güçlü birileri. Hayal kurmadan sadece bakmak nasıl bir şeydir?

Bakmakla görmek arasında rüzgarlanan ama hep gördüğünü zannedip baktığının farkında olmadan, hâlâ bakabilme cesaretini göstermek. Güçlü duygusal bir bağ oluştursa da bağlı olamayan... Acı duyduğunu zannedip kahkahalarla ağlayan... Gülerken nefes borusuyla, yemek borusu rahatça ayrıt edilebilen... Okuduğunu zannederken aslında okumayan, mümkün olabilen en az bilgiyle "aydın" olabilen... Mevsim değişmiyor deseniz hakkınız vardır her mevsim minimum giyinik kalabilen... Modernizmi "takunya" terlik ya da ayakkabıcıkla temsil eden... Bugünü dünden harcayıp, yarını da bozukluk yapıp şıngırdatan... Kendi dilini çektirip lastik yapıp, kız çocuğu gibi oynayan sonra da çelik-çomağa çevirip olası çomağı en uzağa atmaya çalışan... Sonra bir saf bal kovanı bulup, çomakla oynayan... Bir "arı iğnesi"yle dünyası kararan... Hayalini sadece para, araba ve karşı cinsle sınırlandıran... Harcamalarını mümkün olan her dolambaçlı yoldan yapan... En az yiyip, başkalarına benzemek için saatlerce kuaförde geçiren... Her sabah şafaktan önce kalkıp, saatlerce aynada yüzünü tuval olarak kullanan... Zamanını oldukça "efektif" kullanıp, eğlenceye zaman ayırma konusunda titizlenen... Başkaları gibi olmak için her şeyden vazgeçebilen birini arasalar, sanırım en çok başvuru rekorunu kırar.

Ya bu özellikleri elde etme konusunda savaşma dengesizliğini gösteremeyenler? Şimdi anladınız mı, "eleman arayanlar"ın neden çıtayı her gün yükselttiğini? Daha 2000 yılında neden 5 yıllık Windows 2000 İşletim Sistemi tecrübesi istemelerini ya da 22 yaşından gün almamış, askerliğini yapmış, en az yüksek lisans yapmış ve en az 5 yıl iyi bir kurumda en az aynı seviyede çalışma şartı aradıklarını farkettiniz mi? Çarpıklık mı? Sizce bir paragraf boyunca her şey size uyuyorsa, alttakiler zaten size uymayacaktır. Bu akşam parti varmış, haberiniz var mı?

11 Mayıs 2005

Ya sessiz, ya sessiz...

Sessiz ve sakin...

Her insan artık böyle bir ortam istiyor. Çünkü, seslerin armonisi insanları artık cezbetmiyor 50 yıl önceki gibi...

Sessiz çıkışlar, en iyi yankıyı buluyor. En çok satan albüm tantanası çok olmayan sade olan oluyor. En çok sevilen insanlar sakinliği seçenler oluyor.

Sessizlik sanki, hayatımızın tek ihtiyacı. Hedefimiz, düşüncemiz hatta, herşeyimiz olacak seviyeye geldi. Aslında Anadolu insanının o güleç yüzü de bu yüzden geliyor. Sesiz ve sakin olmaktan. Devlet işleri ya da mektuplar onları ilgilendirmiyor. Para, faiz, borsa, bono onların hiç umrunda değil. Onlar kurdukları ufacık dünyalarında bir tas çorbasıyla etrafa gülücük saçabiliyorlar. Farketmiş olmanız lazım. Son zamanlarda yapılan bütün yeni villa ve hatta evlerde doğallık ve sessizlik ön planda. Çünkü, biz gerçek bize yabancı kaldık. Şimdide hayran, hayran izliyoruz. Keşke, bir köy evim olsa da orda otursam diye hayıflanıyoruz.

Stressiz günümüz geçmiyor. İki üç sene önceki düşüncelerimizle sürünmeyi göze alıyoruz. O zamanlar bir köyde yaşamanın aşağılanmak olduğunu sanan biz ya da ebeveynlerimiz gibi. Onlar şehir hayatını özlüyorlardı. Şimdi, herkes şehirli oldu ama, köylü olmak için çırpınıyor.

Ya değerler...

Kendimiz bitirdik aslında. Kendi kendimizi dışladık. Tü kaka diye üzerine gittik ananevi geçmişimizin. Hatta beğenmedik babamızı, anamızı, hatta utanç duyduk. Sanki şehir çocuğu gibi davrandık. Şehirli olduk ama, insan olamadık. Adam olduk ama, kendimiz olamadık. Müdür olduk ama, benliğimizi unuttuk.

Sessiz olabilmenin yollarını aradık şehrin altın gömülü sandığımız topraklarında. Bir gün belediye yol çalışması için kazdığında anladık hayatın burada kolay olmadığını. Bir gün PTT çukuruna düştüğümüzde anladık, şehirli olmanın her şey olamayacağını...

Sonra yere tükürmenin bir adamlık belgesi olamayacağı anlatılmaya çalışıldı ama, anlamadık. Milyonlarca cezaya rağmen, ceza keseceklerin suçu işlemeleri nedeniyle uygulanamadığını gördük. Binlerce kanun çıktı bizi adam edecek, gerçek bir hayata yabancı gibi çiğnedik. Sonra...


Sonra insan olduğumuzu anladık. Yeni yeni oldu bu aslında. Birbirimize değer vermeyi öğrendik. "Sen komünistsin, bizim aramızda yerin yok", "Sen faşistsin, sevmezsen terkedersin" ya da "Sen namaz kılıyorsun, gericisin" demenin ne kadar aptalca olduğunu anladık. Biz tam anlamıştık ki, hükümetler geldi birer birer, son beş senedir. "Gözünün üzerinde kaşın var", "Bıyığın bir santim uzamış" ya da "Başını kapatırsan kafan çalışmaz" gibi onlarca özlü sözü kazandırmaya çalıştı bize. Liberalleştikçe komünistleştik, komünistleştikçe islamcı olduk. Artık nereye çeksen oraya giden, muhalefetsiz çıkan, kanunlarımız var. Sessiz sedasız çıkan yönerge ve genelgelerimiz var. Bir de, birileri var.


Değişmekle iyi mi yaptık, bilinmezine karşı. Değişmesek ne olurdu, demek geliyor içimden. Keşfetmeyi seviyoruz bilinenleri. El yordamıyla demokrasi arıyor, kapalı devre ekonomimizi yönettiriyoruz.

Herşey sessiz ve sakin olup bitiyor. Artık acı duymuyor ve hissetmiyoruz. Bir üst düzey derin yetkilinin dediği gibi, "ya sessiz, ya sessiz" olabilmeyi galiba öğreniyoruz.

Yürürken içimi kemiren düşünmeden yazdıklarımdır...

Bir gün yolda yürürken, içimi kemiren bir ses duyuyorum. Düşünmeden yazdıklarımın sesi...

Geçer diyor bir ağrı kesiciyle geçiştiriyorum. Yine aynı caddede bir gün sebepsizce ve düşünmeden yazdıklarım geliyor aklıma. Bekleyen kelimeleri birleştirip, şiir yapmak istiyorum. Olmuyor, bir kaç satır yazı yazıyorum. Yırtıyorum onlarca kağıdı. Bütün hepsi bir düşünmeden yazdığım için oluyor.

Yürürken hep içimi kemiriyor, üç beş deli saçması. Bir mide ilacı alıyorum, sindirmek için. Üstüne bir maden suyu...

Bitmek tükenmek bilmeyen bir acı. Artık sabaha karşı oluyor. Bir doktora gitmek üzere yola çıkıyorum o bilinmez caddenin öteki ucundan. Bir sessizliğe adımımı atıyorum sanki. Yürürken kemiriyor içimi. Sanki kanım çekiliyor, sinirlerim alt-üst oluyor. Ben kafayı yedim, diye düşünürken üstüne bir sinir hapı daha atıyorum, prospektüslerde yazan "Doktorunuza danışmadan almayınız" yazısına aldırmadan...

Çıkıyorum aynı yola. Bir iki satır yazmak istiyorum artık. Uzun zaman oldu son kelimeleri kağıda dökeli, diye düşünüyorum. Tekrar akşam oluyor. Yatmak üzere uzanıyorum. Gözümden gitmeyen üç-beş deli saçması geliyor gözelerime. Kabusum oluyor, düşünmeden yazdıklarım. Bir uyku ilacı alıyorum. Ertesi sabah duruşmam var ve uyuyakalabilme riskine karşı, evdeki ne kadar çalabilen saat, telefon varsa hepsini kuruyorum. Sadece düşünmeden yazdığım bir kaç kelime uğruna...

Sabah oluyor, herkes telefonla arıyor. Lanet olsun deyip yollara düşüyorum. Aynı düşünceler kafamın bir köşesinden çıkıyor ve tekrar en büyük gündem maddesi oluyor. Duruşmaya giriyorum. Karara kalıyor mahkeme, düşünmeden yazdığım bir kaç kelime yüzünden. Sonra, ilk pastanede karnımı doyuruyorum ve ilk ağacın gölgesinde birazda deniz gören bir yere gidip düşünmeye başlıyorum...

Düşünce sağnağı altında bir şeye karar vermek zorunda olduğumu hatırlıyorum. Kararımı veriyorum ve düşünmeden yazdıklarım benim değil. O zaman neden kendimi harap ediyordum. Bilmiyorum. Ama aynı yollarda yürürken, düşünmeden yazdıklarım aklıma gelip, kendime ilk gördüğüm insanda çeki-düzen veriyorum.

Şimdilik böyle düşünebilmek

Üç başkaldırı, yaşama, hayata, olan bıtene...

Yapabilmek ve yaptığını yüreklice ortaya koymak. Meselenin bu olduğu eski ve yeni hesaplaşması. Siyasetle karıştırmayın. Onlar sadece yenicik...

Düşünmek, insanı karanlıktan önce alacakaranlığa, sonra ışığa çıkarır. Peki düşünmek gibi yürekli bir karar verebilmek. Aklın otobanında son sürat ilerleyebilmek, onca kamyon, tır, acemi ve uykusuz şöförlere rağmen. İradeye hakim olabilmek, beynine kiracı almamak. Düşünmek gözler dalmaktan yaşlanana kadar. Hayaller kurmak aklın uçurumunda dolaşmaya isteyerek ve bilerek hatta kasten. Düşleri düşüncelerle masumlaştırmak bir bebek gibi. Ağlatabilmek gereği kadar. Güldürebilmek asık suratlı perdenin açılan küçücük delikten. Hayatta olmak yani düşünmek. Düşünmeyi becerebilmeye başlamak. Hayata merhaba demek düşünce annenin kucağında. Onun sıceklığıyla...

Sonra sizin içinizdeki siz başkaldırıyı büyütüp, bir barikatı yıkacak.

Şimdilik böyle düşünüyorum diyebilmek....

Bin yılın bitişini uğurlarken, kimi bitmek tükenmek bilmeyen sorunlarla kaybettiği umudun peşindeyken, kimi yeni hayal bulutlarında umutlanmanın düşünü kuruyordu. Ben sanırım ikinci gruptaydım, hayatımda belki ilk kez. Bir baltaya sap olabilme hayalinde kitabım çıkıyordu. İddialı ismi heycanlandırıyordu beni daha çok. İçeriğini içimden geldiğince yazabilmenin verdiği rahatlığı ismi gölgeliyor ve baskı yapıyordu. Bu bir hareket tarzıydı, yaşam tarzı da denebilir. Geceleri rüyalarda bile Şimdilik böyle düşünüyorum diyebilmekti o zamanlar yaşanan... Kitap patlama yapmadı tabii ki. Yapamazdı da. Nasıl olurda biri çıkar, haddine düşmeden patavatsızca Şimdilik böyle düşünüyorum diyebilirdi. İnsanlar kaldırabilir miydi, bu kadar yeniliği!

Günler ayları kovaladı. Adet oldu eski köye haddine düşmeden söylenen üç kelime. Herkes kendinin yeni olduğunu söylemeye, hatta bunu ispat etmek için saatlerce konuşur olmuşlardı. Herşey üç kelime içindi. Önce partiler kuruldu. Sonra medyada esti rüzgar. Ortaklıklar aranıyor, üç kelime için. Eskiler deniyor, daha dün fikir babalığı yaptıklarına. Değiştim "in" oldu haber programları için. Eskilerini yamama gayreti moda olmaya başladığında, yeniler gizlenirler. Önce onlar çıkarlar. Değiştim derler. Hayal sunarlar altın tepside. Demokrasi satarlar meydanlarda. Dünyayı değiştiren adam filmini oynarlar. Ama dünya değişmeyecektir. Kara Murat'lık mesleği çıkar, hayalden ibaret sahnelerle. Değiştim ulen, diyerek saldırırlar kendi yaptıkları kalelere. Halbuki Şimdilik böyledüşünüyorum diyebilmek bu kadar kolay mı?

Ürettiği bir mamülü sırf şirketini ortağına devrettiği için kötüleyen batık işadamına benzetiyorum son zamanlardaki değişim sözcülerini. Ben en büyük değişimin geri olduğu varsayılan bir grubun içinden Şimdilik böyle düşünüyorum diyerek sıyrılabilmek olduğuna inanıyorum. Aslında değişenin olmadığı Ali'lerin eski olduğunu söyleyen Cengiz'lerin oynadığı bir ortaoyun izliyoruz. Halbuki Ali Cengiz tek kişidir. İsimleri ayırırsanız kişiliği kalmaz. Ama Ali Cengiz iken yeni oyunlar sahneye koyabilmektir asıl olan. Vitrini yenilemek değil, hayalleri, hedefleri ve aşkları. Eskiden fazla hayal kurabilmek, yeni hedefleri üreterek yapmak istediğine aşkını tazelemek tutkuluca.

Ben haddime düşmeden, Şimdilik böyle düşünüyorum derken bunları hesap etmiştim. Birilerinin çıkıp makyajla gençleştim demesi aklıma gelmişti de. Kafamı sallayıp, olmaz olmaz diye kendimi kandırmıştım. Estetik ameliyatlı değişim yenilik değildir, diye düşünüyorum. Yenilik için çocuk gerek. Bunun içinde iki farklı cinsin birlikteliği. Çocuk ben olacağım kavgası yerine, çocuk doğurup ona asist yapıp potaya nasıl yükseleceğini öğretmek gerekiyor. Siz bir gün o basketi atamayacaksınız, unutmayın. O zaman basket sahaları boş kalacak ve başkalarının, kimbilir düşmanlarınızın çocukları, peşpeşe üçlük atacak, sizin bir gün gelir burdan ayaklanabilirsem potaya basket atarım diye yakınlardan milyarlarca lira vererek alıp üstünü süslediğiniz mezarınızın üzerinde...

Onun içim tutkulanmak hayale önemli. Onun için aşk tazelemek ihtiraslıca yeni hedeflere, geçen yılların gerçek yaş olmadığını bilmek, şimdilik böyle düşünüyorum fikriyle genç kalabilmek, çocuk doğurup potaya yükselebilmesini sağlayabilmek önemli. Değiştim deyerek, taş evi yıkıp tuğladan ev yapmak yerine, bugünü gün batmadan bitirmek. Yarın değişmeden aslından, yenilenerek her salise tecrübesinden ve Şimdilik böyle düşünüyorum'u rahatça söylemek için.