16 Şubat 2010 Salı

Bir ışık hikayesi...

Yürüyüp giden karaltının peşine gidiyordu adam, sadece meraktan. Belki içini rahatlatmak arzusuyla. Ortalık karanlığa teslim olmuş, karanlığın derinlerinde yelkenlerini açmış ilerlerken bir sokak lambasının hemen altında durakladı aniden. Işığın etkisiydi.

Hafif bir meltem elbisesinde Meksika dalgası oluştururken, bir yandan korku dolu bakışlarıyla etrafı kolaçan ediyordu. Takip ettiği uzaklaşmıştı, evet. Karaltıdan ışığa ulaşmıştı. Kafasını kaldırıp, kapşonu düşmemesi için bir eliyle belli belirsiz ışığa bakmaya niyet etse de, belindeki ağrılar aman vermiyordu.

Işığı bulmanın mutluluğu ile yalnızlığın hüznü yüzündeki çizgilere oturmuştu. Bakışları boş ama anlamlıydı. Varlıkla yokluğun elindeki sahte farktan, aslında yokluğunda bir çeşit var olma olduğunu anlayalı da çok olmuştu. Bu adam ne arıyordu, bu gece yarısında.

Ellerini ovuşturarak ısınıyor, karanlıktaki bir ufak ışığa yaslanmış gündüzün ilk ışıklarını bekliyordu. Güneşin doğuşunu izlediği o cafcaflı günlerini hatırlıyor, daha toprağa düşmeden yüzünde kuruyan gözyaşları, alnındaki çiziklerin her an daha da artması belli ediyordu zor ikilemini.

Bir gün ağlamıştı, onu hatırladı. Her gün gülmüştü, onlar şimdi yoktu. Karanlık bir dönemden geçmişti. Aydınlığa yol alırken altı üstü bir sokak lambasının altında oturakalmıştı. Güneşe olan hasreti sanki vahada su serabı görür gibi olmuştu. Işık bir anda söndü...

Sessiz sokakların karanlıkları yine saçlarının tellerine kadar titretiyordu adamı. Güneşi bekliyordu. Bu sırada, ileride bir ses duydu. Medet umarcasına koştu. Sonra bir an daha durdu. Yine bir sokak ışığının altında.

Işığa yaslandı, nefes nefese... Işığın değerine inanıyordu. En azından şimdilik bir ışık daha yakalamıştı. Işık sönene kadar bile olsa.

... Sokak ışıkları söner, belli aralıklarla. Isınınca kendinden kapanır pek çoğu. Sonra yine yanar. Işıltabildiği alanları ışıtır. Hiç öteki sokağı ışıtamadım diye üzülmez. Işık bu kadarsa, bu kadar alan ısınır. ...


Işığa sarılmıştı, anlamıştı ki, bir ışık arıyordu. Işık tünelin ucundaydı ya da çok yakındaydı. Işığa doğru koştuğu belliydi. Bir umut arayışı. Umut gözlerinde çakmak çakmak ışıltıya dönüşmüş, yüzünde mutluluk gösterisi bıyık altında kalsa da, bir rahatlama hissediyordu. Sabah burada olur muydu?

Sonra yine söndü, bir sonraki ışığa koştu. Sonra yine yanan bir ışık buldu, onun kollarına kendini teslim etti. Sonra yine söndü, bir sonraki ışık.. Böyle devam etti. Uyandığında bir parkta bir ağacın gölgesindeydi. Gün ışımış ağacın gölgesinde bile kalmıştı.

"Ben ne yaptım?" der gibi bakıp, yüzü uzadı, asıldı. Gece boyunca aradığı ışık gelmişti ve hatta geçiyordu da, o ağacın gölgesine bile saklanmayı başarmıştı. Etrafında toplananlar olduğunu hissetti aniden. Sesler artıyordu. Gözlerini kapaklarının arasından hafif aydınlığa doğru açarak, gelen gürültüleri anlamlandırmaya çalıştı.

İçindeki dar alanda kısa paslaşmaları başlattı, yeniden. Sorular soruyordu, kendince cevap alacağına inanmasa bile. Cevap aslında ne kendinde, ne oradakilerdeydi. Cevap aradığı güneşteydi.

Aydınlık, gözünü kamaştırmış, aklını karıştırmış ve beynini sulandırmıştı. Kamaşan gözünden dolayı güneşe ağız dolusu söverken, karışan aklıyla yeni sarp kayalıklara sürüyordu, rotasını. Bir kayaya geldi, hararet yapmıştı. Aniden durdu, yerde biriken sudaki yansımasına baktı. Kendini tanıyamıyordu. Karanlıkta kendini görmeye alışmış, ışıkla bile bakmaya korkmuştu o gözlerine. Durduğu yer çok yüksekteydi, başı dönmüştü. Bir düşünce kayalığına oturup, sudaki yansımasını düşünmeye başlamıştı. Düştüğü sarp kayalıkta az ileride bir yeşillik taştan çıkmıştı. Girdiği sıkıntıları, karmaşıklığı düşündü. Düşünürken gözü hep o yeşillikteydi.

Bir taşın içinden can bulan yeşillik adamı çok etkilemişti. Yüz hatları yumuşadı önce. Tüm şefkatiyle bakmaya devam etti. Şükretti, gülümsedi, dokundu. Sonra baktığı o suya elini daldırıp yeşilliğe suyla hayat verdi.

Bir anda mutluluk kaplamıştı içini. Aslında rahattı, ama şimdi mutluydu da. Güneşe baktı. Yine gözleri kamaştı. O ışığı istiyordu, ışık gözünü kamaştırıyordu. Sonra çok istediği ışığa verip veriştiriyordu. İçindeki ışığı keşfetmeye başladıkça, gözüne vuran ışığa, içini ısıtan ışığa daha çok bağlanıyordu.

Ağzından belli belirsiz bir kaç kelimelik cümle çıktı. Kendi bile anlamıyor ama tekrar ediyor gibiydi. Şuursuzca söyler gibiydi ama, içten geldiği açıktı. Gülümsedi ve sonra bir kez daha tekrar etti:

"Karanlığımı alan ışıltı, gönlümü aydınlattın. Aradığım ışığım, seni kaybetmeye tahammülüm yok, ne olur batma yüreğimde."